5 Aralık 2008 Cuma

KULLANILMA KILAVUZU


Kalk şimdi yerinden , doğrul , yıkılmadan yürü ve bir kadeh daha koy kendine … hep aynı karanlık yoldan gitmeye bıktım biliyorum , ama başka yol yok ki…kafamı geri atıp gönderiyorum bering boğazımdan keskin alkolü. Giderkenki yakışı sanki tanıdık , sanki daha önce yakmış gibi yakıyor , yada ben daha öncede yanmışım… insanın içinin yanışı nasıl anlatılır ? nasıl tarif edilir bir yerinin acısı … yeterlimidir yada bu tarif anlaşılmaya .bir yaranın izi nası anlatılır , sızı nasıl sızılar ? Orhan abi ondan anlatamamış belli , anlatılamıyor çünkü … çünkü her insan kendine acıyor en çok … en çok kendi anlatmak istiyor ama en çok kendi anlatamıyor…o kadar çaresiz ki aslında kendiyle baş başayken insan… en güzeli pansuman o yüzden … yarıyı biraz geçecek pansumanda kullanılacak rakı kadehte … sonra üzerine yavaş yavaş pamuğu ekleyeceksin ki fazla yakmasın… hani şu anlatamadığımız yanma… yarada yavaş yavaş gezdireceksin alkollü pamuğu , yudumladıkça yakacak ama iyileşecek aslında … o kadar çok kullanılmışım ki ne alkol yetişiyor bu pansumana nede pamuk … insanların hep kendilerini haklı gördükleri bir hayatta yara almak kadar kötüsü yok , çünkü herkes en çok kendi yara aldığını zannediyor. O sebeple de yıpratılmayı hak eden patiska çarşaflar gibi kullanılıyor yüreğim hep . en yakında o var , en bilindik . en sıradan yaklaşılan … herkesin kolayca anlayabileceği bir dilde yazıldığından yüreğimin kılavuzu , herkes rahatlıkla erişebiliyor .

Kalk şimdi yerinden , doğrul , yıkılacağını bile bile yürü ve bir kadeh daha koy kendine … hangi yara en kolay anlatılır bir başkasına ? en kolay hangi sızı tarif edilir doktora bilmiyorum… çünkü insan en çok kendi sızısını tarif edemiyor… en iyisi pansuman o yüzden … her seferinde alkole pamuğu basıp o iyileştiriyor yaralarımı yaka yaka . sızı nedir anlıyorum o zaman işte ama … aah Orhan abi ah … anlatamıyorum…

28 Eylül 2008 Pazar

YA KAZANIRSA BİRGÜN HAYAT !


Umulmadık bir virajdan geçip tam koynuna düşünce hayatın, tutunduğun her dal çatırdamaya başlayınca, ötüşen kuşların cıvıltısını pek farketmiyor insan . Korunaklı değildi çıktığımız yol, biliyorum , ama biraz olsun kucaklanmak,biraz olsun sarılmak yüreklendiriyor insanı . Daha bir yakına getiriyor sanki ufuktaki aydınlığı...Bir mum ışığı bile olsa o ufukta gördüğün , en azından sana güneş gibi geliyor umutlarla... ama olmuyor işte düşündüğümüz gibi... Hayat öyle acımasız oluyorki bazen, o elindeki umutlandığın sıcak bir kucaklamayı , gülümseyen bir yüreği bile elinden alıyor. ardı ardına geliyor sonra yıkılışlar. buz kesilmiş bir yürek ardından...

sonra düşünmeler uçsuz bucaksız... sabahlara kadar düşünmeler... sınırları sabah ezanlarına dayanan ve delilik kokan , üzerine kırağı düşmüş , sabah ayazı yemiş düşünmeler başlıyor. kimsenin ilgilenmediği... kimsenin görmediği, göremediği yada görmek istemediği yerlerde kalıyor nedense yürek. sığınacak bir sundurma bulup orada süresiz kalıyor sonra hayatın sağnak hüznünden. acısı dinene kadar çıkmıyor,çıkamıyor yada... korkuyor...

Sonra bir diriliş yeniden... yeniden doğuş, doğruluş... o güne kadar yaşadıklarını yok sayıp. yaralarını iyileştirmenin sevinciyle herşeye yeniden bakıyor. yaşamanın ona verdiği güçle direniyor... sabrediyor...

Kaybetmemeli hayata karşı . Hayata karşı koymalı . Direnmeli... uzun uzun... umutlar tüketsede yürek , yinede direnmeli . yaşamanın anlamı olmalı bu... herşeyin anlamı . yaşamalı ve direnmeli... ve direnirken düşünmeli...

YA KAZANIRSA BİRGÜN HAYAT .?.

4 Temmuz 2008 Cuma

İKSİR


Ne zamandır işim düşmedi kelimelere .ne onlar sordu beni , nede ben onları . kanlı cümlelerle ne zamandır öldürmedim kimseyi . beynimin içi o kadar boş şeylerle doldu ki , tüm dolu zannettiğim odalar yankılanıyor . ne zamandır kimseyi yenmedim kelimelerle . hangi kalpti kazandığım en son ? en son hangi öpücüğü kazandım sözcüklerimle ? hatırlamak bu kadar zor mu artık geçmişimi … beynimden bedenime yayılan bu kara boşluk , simsiyah bir yosun gibi yayılıyor . hücrelerim boşluğu kabulleniyor yavaş yavaş . kalbimden bedenime yayılan bütün damarlarımda bu yosunun tortuları var sanki . sanki her zerresine işlemiş bedenimin…

Algıladığım her şey yandı , beynim kabul etmiyor gerçeklikleri artık . kaptanın anlattığı İstanbul dan başka hiçbir şey gerçek değil gözümde . bedenimin içinde kilometrelerce dolanan bu kara iksir mi yüklüyor sabrı . bedenimi yavaş yavaş kaplayan bu siyah yosun , ne kadar daha ele geçirebilir bedenimi bilmiyorum . hangi güç ki bu , göz kapaklarımın tonlarca ağırlık taşımasına yardımcı oluyor. Deli dumrul olsa çökmüştü şimdi . ben hayretle izliyorum bedenimin yokluğa karşı koyuşunu … o karaltının içimi usulca sarmasını izliyorum …

Kan ,

kıvamı öyle koyu ki hem , damarlarımı aşındırıyor … kalbimin duvarlarını sonra…beni varlıktan yokluğa çeviren bu iksir , beynimin sırtımdan , kürek kemiklerimin arasından akışını hissederken , anlıyorum değişimimin boyutunu …bağışıklık sistemimin bağımlılığına kim bilir kaç doz dost gerekecek…

Anladım ki kurumları kalbime biriken aşklarımmış meğer kalp damarlarımı tıkayan…

Kan , kusursuz bir iksir gibi damarlarımda şimdi…

22 Nisan 2008 Salı

... kırkınında kalbi kırık kalp ...




Kalbim ilk günkü gibi iyileşmiyor artık … eskisi gibi boşvermiyor olağanlara …her şamarda bilenip için için , yine yüzünü değiştirip birdaha patlatıyorlar yüzüme sanki …benmi çok salağım , bu kadar saf bekliyorum herkesi yüreğime … yoksa insanların duyguları mı çok monotonlaştı … el değmez bir pervasızlık herkeste … dün gözyaşını silen , bugün neden içine içine akıtıyor pis kanını…

kalbim ilk günkü gibi atamıyor heyecanla … ilk günkü gibi sevmiyor çünkü kimse kimseyi … yarınına saklıyor herkes bir çıkar için sevgisini bile … “neme lazım” bir fikir bütünlüğü var yüreklerde bile demek ki , bugün biraz sev , yarında biraz … nasıl olsa gitmiyor bir yere … peşin bir haykırış duymadım ne zamandır içime doğru bir yerden. Şöyle beynimden akan kan süzüle süzüle akmadı kalbime doğru … hangi aralıkta kimler sevdim , kimleri sövdüm bilmiyorum …

ama kalbim ilk günkü gibi beslenmiyor artık… eskisi gibi çağlamıyor damarlarımla kan kalbime … kim çatlattı en son heyecandan yüreğimin duvarlarını ? ne zamandır hiç spazm yaşamadım farkındayım … en son ne zaman kilitlendi dudaklarım bir kul karşısında … takribi bir toz zerresini doldurmaz geçen zamanda kazandığım , kaybettiklerimin yanında … kalbimdeki tutuşan ormanda yanan yanında kurtarılan nedir ki … kaç hektarlık alan kullanılamaz durumdadır kim bilir …

kalbim ilk günkü gibi iyileşmiyor artık … eskisi gibi boşveremiyor … boş verebilmek cömertliktenmiş , anladım… boş vermek …

anladım ki , insan yürekte yer kalmayınca , boş veremiyor …

14 Şubat 2008 Perşembe

çilingir




Eskitilmiş , tozlarını silmekten bıktığım bir sancı saplanıyor , bilmiyorum ... unuttuğumu sandığım suretini müzeyyen abla hatırlatıyor bana . ellerim ellerini arıyor , yanılıyorum… “kimseye etmem şikayet , ağlarım ben halime “ … müzeyyen ablama kaldırıyorum kadehimi , beyazında kendimi görüyorum , mezem bu sefer sensin , seni meze etmezdim bu softaya ama , müzeyyen ablanın yanında sana laf düşmez… tırnaklarının izini daha dün gibi hissediyorum kalbimde , yer etmiş sanki , rakı damarlarımda dolaştıkça , kesikler sızılıyor hala . kokladığım hiçbir çiçek nedense senin gibi doldurmuyor ciğerlerimi . kırık kırık anılar batıyor avuçlarıma kadehi her götürüşümde , kadehi bırakasım var ama içimdeki kuyuya düşen adamı kurtarmak için ya deli ya sarhoş olmak lazım … “titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime “ müzeyyen abla olmasa gitmez ki bu rakı da , bardağı sürüyerek götürüyorum yine . ablamda bana kaldırıyor ... dibini görmeyen şerefsizdir bee …