26 Aralık 2007 Çarşamba

KATİL











hiç bıçağın saplanmadan önceki sesini duydun mu ? bedenini yarıp yırtmadan önce havayı yarıp yırtması yani ... o ses ... duyulmaz gibi geliyor insana ama çok net duyuluyor biliyor musun . hem de arkan dönük ve sırtına saplanmakta olan bir bıçak . hem de sen kahkahalarla gülerken... yinde de duyuyorsun işte ; çünkü kalleşlik sessizleştiriyor her şeyi ... susturuyor ... metalin havada geçirdiği her saniye beyninin duvarlarında yankılanıyor . o kısacık zamanda düşünecek çok şey geliyor aklına , milyonlarca şey ... hiç birine dokunamıyorsun bile . geçip gidiyor sadece ...
hiç sırtından bıçaklanırken arkan dönük olduğu halde yüzünü gördün mü katilinin ? gözlerindeki acımasızlığı ve çaresizliği ... yıllardır tanıdığın ama hiç tanıyamadığın katilinin... bedeninin titreyişini duydun mu hiç ... gözlerin kör olsa bile görebilirsin emin ol katilinin yüzünü . zifiri karanlık olsa bile gözbebeklerini dahi görebilirsin ... çünkü hainliğin kokusu bütün perdeleri kaldırıyor . gözler hiç görmediği kadar keskin görüyor o vakit . çünkü satılmış bir beyin kendini görünmez zannetse de , kalpteki sonar herşeyi görünür kılar ...

3 Kasım 2007 Cumartesi

CİNAYET




Hangi saat düştün aklımın uçurumlarına ? hangi gündü ? nasıldı hava … bilirkişi raporları seni gösteriyordu ama izi yoktu parmak uçlarının … hangi gün , hangi avludan havalandı ruhum güvercinlerle … hava dolmuş muydu , sela okunmuş muydu ? yaralı kanatlarıma damlalar dokunmuş muydu ? kuru , çatlamış tenimde ellerini gezdiriyormuşsun gibi , dokunduğun her yerde alevli bir iz kalıyor . ardışık bir yangın , derin izler bırakıyor ardışık merdivenler gibi … bir bir izliyorsun yaramaz kediler gibi . sedirlere uzanmış bekliyor kaderim. Ama güvenilir hiçbir kaynak ismini vermiyor . bilmiyorum kimin ellerinde yanıp yok olduğumu . sakındığım insanlar mı vuruyor yoksa . ummadığım , beklemediğim yerden mi alıyorum ölümcül yaraları hep … her cinayetimin mahali hep tanıdık kaldırımlar mı … evvel gibi gelir yanımda dururmusun şimdi . her katil gibi izlemeye gelir misin cesedimi … yıpranmış gözlerimi görmesen de kirlenmiş ruhumu görmek için gel … kocaman ellerimdeki yılmış çatlakları görmek için … tutsakken bırakmadığın yüreğimdeki güvercini , şimdi ölüyken uçurabilir misin… yürümeyi bile başaramayan birine uçmayı öğrettiğin gibi şimdi … saklandığım yerden çıktım bak . artık eskisi gibi değilim . öylece uzandım vurulduğum yerde . birilerinin gelip bulmasını bekliyorum bu çaresiz bedeni. Kaçmaya mecalim yok … hangi saat düştüm aklının uçurumlarından ? bilmiyorum … hangi gündü ? kaçtı saat ? kim itti beni senin karanlığına … bütün deliller seni gösteriyordu ama kanıtlayamıyordu kimse tam olarak … hiçbir otopsiden anlaşılmıyordu ölüm sebebim … ardımda bir not var mıydı ? gölgen ardımda mıydı … düştüğüm kayalıklarda bekleyen var mıydı ? soğuk sular bedenime vurdukça , kendimi balık gibi hissediyorum artık . elbiselerimde cinayetinin izi kalmış … damlalar belli ki senin , inceleseler parmak izlerin duruyor hala bedenimde … ama yinede kimse peşinden gelmiyor . herkes seni kayırıyor sanki , herkes senin yanında …

15 Ekim 2007 Pazartesi

... BİTİRDİM ...


Bitirdim . artık eskisi gibi gelmiyor yanık kokusu kalbimin . son yudumu bitirdiğimden beri avare … koku , yok … tat , yok … elime geçirdiğim her şeyi vurdum zaten yerlere duvarlara . artık kalbimin her odası harabe bir konağınki gibi rutubetli ve yalnız . bitirdiğim her meze , zıkkımlandığımın karekökü bu aralar . beynimdeki hiçbir düşünce okunaklı değil . yolculuklar çağırıyor … ki , bu hayra alamet mi bilmiyorum .yol çekiyor birazda sanki … iyi gelecekmiş gibime geliyor. Beynimi kemiren kurt , haritayı uzaklara doğru çiziyor . cennete biletim olsa bu kadar istekli gitmem ; ama çaresizlik mi tetikliyor bu bedeni bilmiyorum . artık adım alışıyorum hayatla sanki . kaybeden , toprağımı seçecek göğü mü karar veremiyorum …
Kimi toprağı seçiyor , kimi göğü …
Ben , bitirdim …
Uzatmaları oynatmıyorum…

22 Eylül 2007 Cumartesi

VİRÜS


Çivi çakarken beynime , parmaklarımı şişire şişire devam ediyorum bütün dikkatsizliğimle . etrafımdaki sırtlanlar yüzüme gülüyor , ben de onlara . halbuki saklandığım yerden bir türlü çıkartamıyorum benliğimi. Kağnılar taşıyor beynimdeki hücreleri sanki kalbime. Kalbimle baktığım ve gözlerimle gördüğüm arasındaki farkı anlıyorum artık sayende . hiçbir alyuvar zaptedemiyor henüz , hiçbir antikor savaşamıyor seninle … gözlerimin damla damla eridiği aşikarken , sen kanserli bir virüs gibi ağlarını örmeye devam ediyorsun bedenime … aldığım bütün antibiotikler çöpe gidiyor , sen gitmiyorsun bedenimden . bu bedeni rehabilite edebilmek ne mümkün sen varken . anladım ki , artık senin taşıyıcınım . bağımlın ve bir o kadar farkındayım her şeyin . sen damarlarımda dolaştıkça , hücrelerimi birer birer çürüttükçe , seni kendime hapsedeceğim… seni bu bedende taşıyarak bitireceğim kendimle birlikte …

19 Ağustos 2007 Pazar

... KALP YETMEZLİĞİ ...


Damarlarımda gezinen bu kanı hissetmememin sebebi acaba kalbimin karıncalanması mı ? kanatları yolunmuş güvercin gibi hissetmem kendimi bundan mı … bir hayrını göremedim şu kalbimin . bunca yıldır taşırım , bir işe yaramadı … ben hep yanımda gezdirdim , hep ihtiyaç anını bekledim ama yok … kimsenin işine yaramadı . kimsenin ihtiyacı olmadı . anlık ihtiyaçlar… sonra geri iade … ya ben kullanmayı bilmiyorum bu mereti , ya da millet kalp arsızı olmuş . şimdi kalgon bile kar etmez herhalde damarlarımdaki bu kireci sökmeğe . bu paslanmış aort artık porçözle bile açılmaz eminim . kalp yetmezliği dedikleri şey bu sebeple oluyor beklide . sebebini yiyeceklerde arıyorlar boşu boşuna . kalp yetmezliği yetişememekten oluyor bence … insanların , sevdiklerinin yaptıklarına yetişemiyor kalp . yetememek yani … hani ağır bir şeyi bir yere kadar taşırsın ya … sonrasında dayanamaz bırakırsın… dizlerinin bağı çözülür … işte kalp yetmezliği de insanlara karşı kalbin dizlerinin çözülmesi… yetememesi o bedene … yapılanlara yetişememesi…

13 Ağustos 2007 Pazartesi

MUTLU SON


Yeni bir rüya gibi yattım hayata dün gece… ellerimi kapadığımda göğsüme bu kadar içten uyuduğumu hatırlamıyorum hiç … sonra her şeyin yavaş yavaş sanki bir film gibi kusursuzca kurgulandığı o muhteşem dünya yazılmaya başladı… kalbimin parmak uçlarına yenik düştüğü , dokunduğun her yeri değiştiren o fantastik film … kim yazdı bilmiyorum senaryosunu … oynayanlar biziz eminim … ama hep film kalacak sanki , sanki gerçekleşmesini istediğimiz ama hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini de bildiğimiz filmler gibi … keşke bir gün gerçek olsa oynadığımız bu filmler … tel örgülerin arkasındakine kavuşsam bir gün … mutlu son dünyada da olur mu ki ?

9 Temmuz 2007 Pazartesi

YÜREĞİMDE SENİN BAYRAMIN HİÇ BİTMESİN


Parmaklarım tutuşturuyorken hala bu satırları ,
Beynimden harflerle dökülen damla damla bu kelimeler
Seni anlatıyorken …
Henüz senin kırıntılarını gagalamamışken
beynimdeki güvercinler …
gitmiyorum demektir yine işte …
beynimin ortasına saplanıp kalan
minik raptiyeler gibi yüzlercesi sanki
seni hatırlamak.
Ama seni unutamamak en güzel bayram sanki içimdeki …
Alkışların , çocuk seslerinin , oyunların hiç bitmediği ,
Yüreğimdeki o parkta gizleniyorsun.
Ve ben seni hiç bulmak istemiyorum bu saklambaçta.
Her sabah kalktığımda özenle giyiniyorum bu yüzden ,
Senin için hazırladığım bayramlık elbiselerimi .
Unutmak imkansız böyle bir şöleni ,
Bu rengarenk balonlarla ,
Beynimdeki bu uçuşan kuşlarla ,
Yüreğimde senin bayramın hiç bitmesin …

27 Haziran 2007 Çarşamba

sürgün


hangi rüzgara dönsem yüzümü , senin sıcaklığın var ...
hangi yöne baksam ufukta sen ...
derin bir nefes , senin lodosunu getiriyor ciğerlerime .
içime seni çekiyorum ...
aklımın eteklerinde
kimbilir hangi çiçekler yeşeriyor
sen yüreğimin çayırlarında gezerken ...
karıncalar senin tohumlarını çalıyor açma diye ,
sen yine bir sürgün veriyorsun bir yerden ...
anlayamadım .
baharmısın ?
güzmüsün ?
küsmüsün ?

20 Haziran 2007 Çarşamba

şuur-u derya


Kalbimi çıkardım yerinden , bende durmaz artık al .

Aklımla tutunduğum her dal gibi, bu dalda kırıldı yine . neden aklın yolu bir ? halbuki bana fazla alternatif olması gerek . ben her insan gibi değilim , neden tek yolu kullanmak zorunda bırakılıyorum. Neden akla tek bir yol gidiyor neden . neden hep aynı yolu kullanıyor insanlar oraya ulaşabilmek için. Tekmil sözler diziliyor boğazıma ama sesimi hep temkinli çıkarıyorum insanlara .

Artık almıyor bu beyin savsaklanmış sevgileri .

Ellerimde eski fotoraflar gibi duruyor geçmiş yaşadıklarım . donuk , rengi atmış , isli gibi biraz . gülmeye çalışırmışcasına bir çaba yüzümde , her insandaki gibi . ama herkes biliyor isteyerek gülmediğini fotoraftakilerin … nedense herkes herkes gibi yapmacık. Halbuki fotorafı güneşe kaldırsam hiç kimse gözükmeyecek biliyorum .

Karanlıklarda bıraktım kalbimi , bulabilirmisin ki artık…

Öyle karışık ki , kendim bile bulamam herhalde kaybolduğum yeri . herkesin bildiğini zannettiği yerler gibi . hep bir şeyleri sakladığı ama aslında kimsenin bulmasını istemediği yerler işte … güvenli ama kayıp bir yer . çünkü kaybedilen yada kaybolması istenen şey değerli aslında . değeri bitmeyecek belki ama yinede kaybolmalı ortalıktan . hem de kimse bulamamalı . kendi zihnimin deryalarında bile bulamamalıyım …

Başkasının akvaryumunda balık olmaktansa , kendi denizimde boğulurum daha iyi zaten !

5 Haziran 2007 Salı

harabe uykusu


un ufak tozları parçalanıp dökülüyor üzerime binaların ... harcı tutmuyor , elime yüzüme bulaştırıyorum duvarların sıvalarını . kaçak değil halbuki hayatım bu topraklarda .

bildiğim her yöntemi kullanıyorum caydırmak için benliğimi. hayata tutunabiliyor yinede belli belirsiz şeylerle . aslında tutulacak bir yeri yok ... ne bir kulbu var , ne de bir sapı ... parmaklarımın uçlarına kadar işliyor bu direniş nasılsa... hangi hücremin daha baskın olduğunu merak ediyorum işte bu yüzden . hangisi sebep oluyor ayakta durmasına bu bedenin . bu asi duruş , bu karşı koyuş bedenin her organına . benim şu titrek vücudumu koca bir çınar gibi heybetli gösteren o minik hücre hangisi ? gösterdiğinin ardındaki harabede kimler kalıyor halbuki ... yığıntıların arasında ne hayaller yatıyor toz toprak içinde ...

kaçak değil halbuki hayatım bu topraklarda ... her sokağın ağlayışına şahit olmuşum . her yıkılan köhne binanın gözlerini kapamışım ellerimle... fakat nedense yer göstermiyor bu hayat bana ; sessiz , terk edilmiş bir harabede uyumak için bile ...

26 Mayıs 2007 Cumartesi

uçurtma


Sen uçurtmaya hayransın , ben gökyüzüne … alabildiğine mavi olsun yeter bana . kollarımı açar , kucaklarım gökyüzünü . kardeşlerim yanımda nasıl olsa , her yanımda kanat kanat sesleri kardeşlerimin . teller örmeseler keşke hiç önüme . takılacağım diye ödüm kopuyor . ama yinede dayanamıyor yüreğim gökyüzünün çağrısına . ben gökyüzüne hayranım , sen uçurtmaya … alabildiğine rengarenk olsun yeter ki sana . kuyruğumda bin bir parıltı , sanki yıldızları taşırmışçasına peşimde . sımsıkı tut ki , başı bozuk gitmiyim , kaybolmıyım bilinmedik sokakların tellerinde . ne ben gökyüzünü bırakıyım , ne sen ipimi …

21 Mayıs 2007 Pazartesi

YIKIMA HAZIR SURLAR ...


sahtekar biri gibi giriyor karanlık aramıza ... uzaklaştığından beri sen , aralıksız düşünüyorum tüm ayrıntıları ... beynimde ördüğüm ağlar , kendi düşüncelerimin engeli değilmiş ... yanlış sokağın çıkışını örmüşüm meğer kafamdaki ... misketleri yokuştan dökülmüş bir çocuk gibi bakıyorum ardından... bir tanesini kurtarmak için hamle bile yapamıyorum . bazen izlemek daha güzeldir ya birşeyi ... donar kalır sadece izlersin... ateşe verilen buzdolabı köpüklerinin yanışını izler gibi izliyorum... ben izlerken izler kalıyor ellerimde sıçrayan kıvılcımlardan ... ne tentirdiyot yetişiyor yaralara o yüzden , ne de yaralar kabuk bağlıyor... yüreğimin arka kapısını açık unutmuş gitmişim . aklım başka yerde , ben başka yerdeyim . medcezirler oluyor bedenimde ne zamandır . kanım bir çekilir bir gelir , bir çekilir bir gelir . içimdeki is tutmuş duvarların tuğlaları dokunsan ufalanır zaten , medcezire mi dayanır sanki ... ama yinde de umulmakta değil ya darbenin günlüğünde yazan . umulmadığın ardına saklanıp süzüldü yüreğimin surlarından.. mum ile geziyorum fırtınalarda artık yangın çıkarabilmek için ... çünkü kaçılmaz bir korku gibi giriyor karanlık aramıza ... karanlık mı korkutuyor beni , yoksa kaybolmak mı bir türlü kabullenemiyorum .

18 Mayıs 2007 Cuma

KIRMIZI HALI


kapının kulbunu kırıp kapatıyorum artık ardına kadar bütün geçmişimi . beni bir girdap gibi devamlı içine çeken ve sülükler gibi beynimi emen bu insanlara dur diyebilmeliyim ... bir korkuluk gibi boyun eğmektense , bir karga gibi kafa tutmalı , kafa bulabilmeliyim .... ezbere yürüdüğüm , gözüm kapalı ilerlediğim yollar artık tabanlarımı acıtıyor , ufak ufak eritiyorlar sanki tabanlarımı ... sanki daimi bir falakaya kendi şuursuzluğumla , adım adım sebep oluyorum. gelecekte birilerinin kasıla kasıla yürüyeceği o meşhur kırmızı halılı yol , aslında benim tabanlarımdan sızan kanlarla oluşacak . halbuki ne garip bir insanın kendisi için açtığı yolu , huzuru için kanattığı tırnaklarını bir başkasına yapıyor olması ...

8 Mayıs 2007 Salı

güvercin kanadı


kimselere söylemeden uçabilirmiyim acaba . gizli gizli kanatlarımı özgürce çırpabilirmiyim ... kimseler farketmeden göğün her zerresinde . çocukken arabanın camından dışarı çıkartıp kafamı , uçtuğumu hayal ederdim... uçardımda hatta . yüzüme vuran rüzgarın hızından gözlerimden yaşlar gelirdi . hiç bu kadar güzel gözyaşı dökmedim hayatımda .... gözlerimi kapar kendimi kuş gibi hissederdim. yanaklarımdan kulaklarıma doğru süzülen yaşlar bana hızı hissetirirdi... kanatsız da uçulmaz mı ? kimseye gözükmeden arada bir uçsam ben ... görmesin kimse , çünkü uçanlar hep vurulur ... fazla yüskelmeden vururlar beni . halbuki ben göğün sınırına çıkıp süzülmeliyim kilometrelerce . çıkarken kanatlarım yorulmalı , yolunmalı kanat çırpmaktan . inerkende keyfini yaşamalıyım süzülmenin...

şu aşık olduğum şehri bir de gece yanarken görsem ya ,
kanatlarım tutuşurken kıvılcımlarla...

3 Mayıs 2007 Perşembe

UMUT


umut yol olsa devri alem etmiştim şimdiye dek bütün evreni . sanki vardıda bizmi kucaklamadık güleç yüzümüzle. sırtmı çevidik yoksa bir ara geldiğinde... aldığım nefeste endişe kokusu var , hissediyorum... içtiğim suda tedirgin bir tat . hatırlardaki siyah beyaz fotoraflarda böylemiydi halbuki hayat... felek vurur vurur sonra tersine dönerdi herşey... aydınlık bir sabah doğan ağustos güneşi gibi , birden pırıl pırıl olurdu herşey... ve siyah beyaz olmasına rağmen anlardık o fotoraftan güneşin sarı sıcağını...huzur o karşıdan dikkatlice baktığımız umudun yanında değilmiş meğer... meğer huzur yanıbaşımızda çöreklenip bizi beklemiş hep... huzur meğer bize kanatlarını sonuna kadar açan bir sabırmış anladım...

23 Nisan 2007 Pazartesi

YENİDEN BAŞLAMA , SADECE DİREN ...


Tıkanıp kaldı yürüdüğüm yollar.çıktığım merdivenler uzadı sanki ömrümdeki... nedenleri hayatın mantıksızlığında gizli sorunlar döküldü bulutlardan hep önüme...çiçeklerin kokusu hep var halbuki hayatımda... kuşların sesi hep bilindik…ama sancısını nedense bastıra bastıra hissettiriyor…nedense , aklımdan çıkartmıyor hayat beynimde yara açmış hatıraları…uzanıp almalıyım gökteki güneşi biliyorum , martıları seçmeliyim yol arkadaşı…başımın ağrısını dindirmek için Sarayburnu’na gitmeliyim . düşünce doğrulmayı bilmeliyim yani ; ama nedense köpekten kaçan korkak bir çocuk gibi , bir çıkmaz sokağa giriyorum ve donup kalıyorum her seferinde . hep çıkılması zor , uzun ve dik bir duvar karşılıyor beni…sular seller gibi ezberlediğim kurtuluş hikayeleri , dersler , öğütler hiçbir işe yaramıyor o an…o an duvara değil arkamdan gelecek darbeleri düşünüyorum çünkü…sonra darbeyle yeniden başla diyorum…yeniden … sonra yeniden … sonra bir daha yeniden … yeniden başlamak her şeyi değiştiriyor… akışını değiştiriyor hayatın…güneşin sıcağını , gecenin ayazını iliklerimde hissediyorum . her yerime bantlar yapıştırıyorum . her şeyimi değiştiriyorum. sonra hayatın suluboyayla boyadığı değişiklikler yavaş yavaş akmaya arkasındakini göstermeye başlıyor… ve ben yine dönüp dolaşıp o çıkmaz sokakta buluyorum kendimi.bütün kapıların tutulmuş olduğu sokakta…artık anlıyorum ki yeniden başlamak değiştirmiyor bir şeyi...yeniden başlamak sonunun hep aynı çıkmaz sokak olduğu bir labirent … kaçınılmaz bir dejavu yani . sonra hayatındaki dikiş izlerine bakıp hatırladığın şeyler , geçmişteki ayakta durma çabaların senin yolunu aydınlatıyor…ve hayatta ancak bu aydınlıkta ilerleniyor…kırmızı , sarı ve yeşil ışığın olmadığı ve bütün kuralların her an ve saniye değişebileceği karanlık bir yol… ve bu aydınlığa ne kadar direnebilirsen o kadar yol alabilirsin…çünkü zifiri karanlık bir hayatta o aydınlık ancak bir ateşböceğidir…

20 Nisan 2007 Cuma

BEN ÖLÜMÜNE SEVDİKÇE , HAYAT NEFRET ETMEYİ ÖĞRETİYOR ...


sabah uyanıp da cam dışından gelen hayat belirtilerinin insanı bir nebze olsun hayata bağlamaya çalışması şaşırtıyor bazen beni...yani sen ne istersen iste,ne yaparsan yap,başına ne kötülük , hangi tür şerefsizlik gelirse gelsin;sen kuşların ve güneşin o dayanılmaz , hatta insana bazı anlar nefret hissi uyandıran , neşeli ve canlandırıcı saldırısına savunmasızca maruz kalacaksın...bu kadar nefret uyandırmasının sebebi de , senin en bunalım zamanında camının önüne gelip , hayatın yaptıklarına uyuzluk olsun diye ötmek...çoğu zaman hayata bağlama konusunda bir numarayı oynuyorlar... sonra her şeye rağmen bir kucaklıyorsun ki herkesi,gerisi olduğu gibi geliyor zaten...çünkü bu kucaklaşma öyle bir sıkı öyle bir içten oluyor ki kendi içinde , kimseden bir şeyler beklemeden sonsuz bir güvenle sarılıyorsun yanındakilere . hani karanlık , tehlikeli ve hiç bilmediğimiz bir yere yalnız giremeyiz ama yanımızda öyle biri vardır ki oraya girerken önünü aydınlıkta hissedersin... işte öyle bir güven duygusuna sarılmışken...arkana bakmaya tereddüt bile etmezken...birden sırtına saplanan bıçağın acısıyla kucaklaşıyorsun... yanındakilerin üzerine bıraktığı sıcak etki artık sırtındaki bıçağın kestiği yerden akan kanla yavaş yavaş yok oluyor ve git gide yerini derin bir üşümeye bırakıyor...sen her şeye rağmen, bedenindeki o kocaman bıçak yarasını küçücük bir yara bandı yapıştırıp hiçbir şey olmamış gibi o her zamanki içten,sıcacık ve dost sarılmalara devam ediyorsun...hayatın önüme koyduğu bunun gibi milyonlarca ders , ne kadar nefret etmeyi aşılasa da insana ,o vücudun içinde nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde olan yüreğimiz,her zaman beynimizi kapsama alanına almış,ne olursa olsun ,acı da duysak , gözümüzden yaşlarda gelse , yine sadece sevmeyi zorunlu kılıyor...nedense BEN ÖLÜMÜNE SEVDİKÇE HAYAT NEFRET ETMEYİ ÖĞRETİYOR...hayat nedense hep haklı çıkıyor.hep iddiayı o kazanıyor...hep güvenilen dağlara kar yağsa da...bu yürek nedense hep güveniyor...

14 Nisan 2007 Cumartesi

HER AŞK KENDİ BACAĞINDAN ASILIR


Her aşk kendi bacağından asılır… kendi uçurumuna düşer her umutlu yürek…vücudunda kramplar bırakan düşünceleri , karnındaki o yanma , beynin eriyip akması kulaklardan…sen çağırıyorsun halbuki aşkı yanına… senin konuştuğun dili bile bilmezken , sen öğretiyorsun ona konuşmayı , destanlar yazmayı… hiçbir rengi bilmezken , sen gösteriyorsun ateşin kırmızısını , denizin mavisini … haykırmak nedir ki aşk için ? zulmetmek … bağırmak … hiçbir şey… ona hep sen öğretmedin mi isyan çıkarmayı , bağırmayı , zulmetmeyi …
En ağır zulmü sen yapmadın mı sanki icat ederek , en büyük isyanı sen çıkarmadın mı ilk elmayı yiyerek… her kahır kendisinden gelir insana…her insan kendi kurutur çiçek olduğu saksıdaki kökünü… her aşk kendi bacağından asılır . her yürek kendi içinde büyütür sevda çiçeğini…ellerini göğe uzatıp istemek mi zor olan , ellerini ateşe uzatıp almak mı …dağıtmak Allah’a mahsus , dağılmak insana yani ... yani kendimizi bile sevmeden , sevmeye çalışıyoruz bir başkasını…bir başkasını suçluyoruz kendi ciğerimizin yangınından dolayı…her halükarda dağılacak bir şey buluyoruz…aşk nefes alır insanın içinde bilmiyoruz… ateşi ciğerini yakar , içinde dumanı tüter ama acıtmaz , acır … çünkü kimseyi tanımaz aşk , vücudun her hücresinde , her alyuvarda o vardır … ne konuşmayı bilir , ne rakı içmeyi …nede türkü yakmayı boğaza karşı…çünkü aşk nasıl öğrenirse öyle hareket eder. Bir elinde gül , diğerinde hançer… ve emin ol ki , hançeri kördür kesmez , gülü kılıçtan keskin…
Akıl Allah’tan , kahır insandan gelir yani , insan aklı kullanmayı bilmediği için…
Yani herkes kendi yakar aşkının ateşini … kendi alevlendirir cehennemini…her yangının körüğü de itfaiyecisi de kendisi…aşk insanın istemediği kendisidir ve HEP KENDİ BACAĞINDAN ASILIR AŞK…

20 Mart 2007 Salı

tükeniş


Önce kırılır umut , yen içinde kalır...Sessiz bir korku siner üzerine usulca... Elbiselerin , saçların , vücudun , derin bile korkuya bulanır... Saklı zannedersin bedenindeki yalnızlığın bıraktığı izleri ; ama bazıları onu uzaktan bile farkeder . Kokusunu duyarlar kimi zaman ..."keskin"... Çünki üzerine sinmiştir artık o koku . Çaresizliğin , yokoluşun o keskin kokusu ... Sonra milyon km. hızla beyninin içine bir damla kan düşer . Milyon parçaya ayrılıp bütün beynine yayılır o kan . Artık her zerresi kusursuz bir ölümdür o an beyninde dolaşan damarlarındaki kanın . Beyninde tükenen her dakika , ölümün kurgusuna akan bir nehirdir...
O usul usul biriktirdiğin gündelik mutluluklar...Özel birini öpmedeki derin maneviyat ... Sabahlara kadar , uyuklaya uyuklaya çelik örgülerle örülmüş hayaller... Sonra simsiyah hertaraf ... Yani herşey,gözlerini tavana çakışla başlıyor ... Tıpkı bir balyoz gibi ... Ağır ... Bitirici ... Yokedici ... Artık ne sen hayatın farkındasın,ne de hayat senin farkında ... Sadece yanında öylece yürüyor ... Ne akışının sesini duyabiliyor kulakların , ne de yüreğin yanında olduğunu farkediyor ... Artık beynin de gözlerin de o en uzaklarda seni bekleyen tükenişte çakılı çünkü ... Çünkü bu buz gibi fırtınalı hayatta,son kibrit çöpünüde suya düşürmüşsün ... Son sığınacak kuytuyu kaptırmışsın bir başkasına ...