23 Nisan 2007 Pazartesi

YENİDEN BAŞLAMA , SADECE DİREN ...


Tıkanıp kaldı yürüdüğüm yollar.çıktığım merdivenler uzadı sanki ömrümdeki... nedenleri hayatın mantıksızlığında gizli sorunlar döküldü bulutlardan hep önüme...çiçeklerin kokusu hep var halbuki hayatımda... kuşların sesi hep bilindik…ama sancısını nedense bastıra bastıra hissettiriyor…nedense , aklımdan çıkartmıyor hayat beynimde yara açmış hatıraları…uzanıp almalıyım gökteki güneşi biliyorum , martıları seçmeliyim yol arkadaşı…başımın ağrısını dindirmek için Sarayburnu’na gitmeliyim . düşünce doğrulmayı bilmeliyim yani ; ama nedense köpekten kaçan korkak bir çocuk gibi , bir çıkmaz sokağa giriyorum ve donup kalıyorum her seferinde . hep çıkılması zor , uzun ve dik bir duvar karşılıyor beni…sular seller gibi ezberlediğim kurtuluş hikayeleri , dersler , öğütler hiçbir işe yaramıyor o an…o an duvara değil arkamdan gelecek darbeleri düşünüyorum çünkü…sonra darbeyle yeniden başla diyorum…yeniden … sonra yeniden … sonra bir daha yeniden … yeniden başlamak her şeyi değiştiriyor… akışını değiştiriyor hayatın…güneşin sıcağını , gecenin ayazını iliklerimde hissediyorum . her yerime bantlar yapıştırıyorum . her şeyimi değiştiriyorum. sonra hayatın suluboyayla boyadığı değişiklikler yavaş yavaş akmaya arkasındakini göstermeye başlıyor… ve ben yine dönüp dolaşıp o çıkmaz sokakta buluyorum kendimi.bütün kapıların tutulmuş olduğu sokakta…artık anlıyorum ki yeniden başlamak değiştirmiyor bir şeyi...yeniden başlamak sonunun hep aynı çıkmaz sokak olduğu bir labirent … kaçınılmaz bir dejavu yani . sonra hayatındaki dikiş izlerine bakıp hatırladığın şeyler , geçmişteki ayakta durma çabaların senin yolunu aydınlatıyor…ve hayatta ancak bu aydınlıkta ilerleniyor…kırmızı , sarı ve yeşil ışığın olmadığı ve bütün kuralların her an ve saniye değişebileceği karanlık bir yol… ve bu aydınlığa ne kadar direnebilirsen o kadar yol alabilirsin…çünkü zifiri karanlık bir hayatta o aydınlık ancak bir ateşböceğidir…

20 Nisan 2007 Cuma

BEN ÖLÜMÜNE SEVDİKÇE , HAYAT NEFRET ETMEYİ ÖĞRETİYOR ...


sabah uyanıp da cam dışından gelen hayat belirtilerinin insanı bir nebze olsun hayata bağlamaya çalışması şaşırtıyor bazen beni...yani sen ne istersen iste,ne yaparsan yap,başına ne kötülük , hangi tür şerefsizlik gelirse gelsin;sen kuşların ve güneşin o dayanılmaz , hatta insana bazı anlar nefret hissi uyandıran , neşeli ve canlandırıcı saldırısına savunmasızca maruz kalacaksın...bu kadar nefret uyandırmasının sebebi de , senin en bunalım zamanında camının önüne gelip , hayatın yaptıklarına uyuzluk olsun diye ötmek...çoğu zaman hayata bağlama konusunda bir numarayı oynuyorlar... sonra her şeye rağmen bir kucaklıyorsun ki herkesi,gerisi olduğu gibi geliyor zaten...çünkü bu kucaklaşma öyle bir sıkı öyle bir içten oluyor ki kendi içinde , kimseden bir şeyler beklemeden sonsuz bir güvenle sarılıyorsun yanındakilere . hani karanlık , tehlikeli ve hiç bilmediğimiz bir yere yalnız giremeyiz ama yanımızda öyle biri vardır ki oraya girerken önünü aydınlıkta hissedersin... işte öyle bir güven duygusuna sarılmışken...arkana bakmaya tereddüt bile etmezken...birden sırtına saplanan bıçağın acısıyla kucaklaşıyorsun... yanındakilerin üzerine bıraktığı sıcak etki artık sırtındaki bıçağın kestiği yerden akan kanla yavaş yavaş yok oluyor ve git gide yerini derin bir üşümeye bırakıyor...sen her şeye rağmen, bedenindeki o kocaman bıçak yarasını küçücük bir yara bandı yapıştırıp hiçbir şey olmamış gibi o her zamanki içten,sıcacık ve dost sarılmalara devam ediyorsun...hayatın önüme koyduğu bunun gibi milyonlarca ders , ne kadar nefret etmeyi aşılasa da insana ,o vücudun içinde nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde olan yüreğimiz,her zaman beynimizi kapsama alanına almış,ne olursa olsun ,acı da duysak , gözümüzden yaşlarda gelse , yine sadece sevmeyi zorunlu kılıyor...nedense BEN ÖLÜMÜNE SEVDİKÇE HAYAT NEFRET ETMEYİ ÖĞRETİYOR...hayat nedense hep haklı çıkıyor.hep iddiayı o kazanıyor...hep güvenilen dağlara kar yağsa da...bu yürek nedense hep güveniyor...

14 Nisan 2007 Cumartesi

HER AŞK KENDİ BACAĞINDAN ASILIR


Her aşk kendi bacağından asılır… kendi uçurumuna düşer her umutlu yürek…vücudunda kramplar bırakan düşünceleri , karnındaki o yanma , beynin eriyip akması kulaklardan…sen çağırıyorsun halbuki aşkı yanına… senin konuştuğun dili bile bilmezken , sen öğretiyorsun ona konuşmayı , destanlar yazmayı… hiçbir rengi bilmezken , sen gösteriyorsun ateşin kırmızısını , denizin mavisini … haykırmak nedir ki aşk için ? zulmetmek … bağırmak … hiçbir şey… ona hep sen öğretmedin mi isyan çıkarmayı , bağırmayı , zulmetmeyi …
En ağır zulmü sen yapmadın mı sanki icat ederek , en büyük isyanı sen çıkarmadın mı ilk elmayı yiyerek… her kahır kendisinden gelir insana…her insan kendi kurutur çiçek olduğu saksıdaki kökünü… her aşk kendi bacağından asılır . her yürek kendi içinde büyütür sevda çiçeğini…ellerini göğe uzatıp istemek mi zor olan , ellerini ateşe uzatıp almak mı …dağıtmak Allah’a mahsus , dağılmak insana yani ... yani kendimizi bile sevmeden , sevmeye çalışıyoruz bir başkasını…bir başkasını suçluyoruz kendi ciğerimizin yangınından dolayı…her halükarda dağılacak bir şey buluyoruz…aşk nefes alır insanın içinde bilmiyoruz… ateşi ciğerini yakar , içinde dumanı tüter ama acıtmaz , acır … çünkü kimseyi tanımaz aşk , vücudun her hücresinde , her alyuvarda o vardır … ne konuşmayı bilir , ne rakı içmeyi …nede türkü yakmayı boğaza karşı…çünkü aşk nasıl öğrenirse öyle hareket eder. Bir elinde gül , diğerinde hançer… ve emin ol ki , hançeri kördür kesmez , gülü kılıçtan keskin…
Akıl Allah’tan , kahır insandan gelir yani , insan aklı kullanmayı bilmediği için…
Yani herkes kendi yakar aşkının ateşini … kendi alevlendirir cehennemini…her yangının körüğü de itfaiyecisi de kendisi…aşk insanın istemediği kendisidir ve HEP KENDİ BACAĞINDAN ASILIR AŞK…