13 Aralık 2010 Pazartesi

VİCDAN

öyle derin bir yaradır ki vicdan, acısını hiçbir ilaç dindiremez. alıkoyulmuş bir düşünce gibi, zihnin ne kendi iradesini gösterebilir bazen, ne de çelinmiş fikirleri yansıtabilir... bazen sadece rahatlatabilirsin belki alkolle... o da sadece, hücreye kısılmış bir mahkumun ellerindeki kelepçeleri çıkarmak kadar rahatlatabilir vicdanı. zaman geçtikçe hücrede olduğun yeniden koymaya başlar... kendinin, kendinle hesaplaşmasıdır aslında... bir yanın kandırıyorken kendini, diğer yanın gerçekleri bildiiği halde acıyla bakıyordur aslında... aslında insanın kendi çaresizliğini kefeye koyup tartmasıdır biraz... hesap kesmesidir kendine acı bir şekilde.

yara acır... parmaktaysa, geç onu, çabuk geçer... beyindeyse, kemirir belki fare gibi ama, zamanla kemirecek birşey kalmayınca o yara da kapanır. ama vicdandaysa eğer yara, kapanmaz asla... çünkü mikrop kapmıştır artık, durduramazsın. iltihap kaplar yavaş yavaş... sonra geçer gibi olur. zayıf anını kollar insanın. diğer yaralara benzemez hiç... tereddüt ettiğin, düştüğün bir anda tüm hızıyla yayılır vücuduna...

öyle derin bir yaradır ki vicdan, insanın içinde, en derin, en izbe, en yığıntı yerlerde yaşar... bir mantar, bir asalak gibi... kurutursun biraz, geçer... ama biraz rutubet, biraz nem yeniden diriltir. öyle derin bir acıdır ki bu hesaplaşma bazen, insan kendini öldürüp öldürüp diriltir...

24 Nisan 2010 Cumartesi

<<< BEYİN >>>


Kanımın damarlarında durmasını sağlayan şu sabır, umarım ayrılmaz bu aralar yanımdan. Ellerim bile hiç durmuyorken kalbimle ritim yarışı yaparak, ne kadar dayanabilir acaba bu çelimsiz beynim. Beynim ki, hiç nöbet devretmedi bir dostuna. Hiç soluklanıp dinlenmedi ne zamandır. Hala geceleri saat sıfırlıyor durmadan.

13/09/2009 SAAT:22:33
MEBS - ANKARA

30 Ocak 2010 Cumartesi

KIRILGAN KALPLERDE SİNDİRİM SİSTEMİ


Kırıkken daha mı kırılgan oluyor yürekler yoksa insanlar kırık bir kalbe daha mı sert davranıyor? Hangi iklimde olursam olayım kalbimin sızısını değiştiremiyorum. Yani ne soğuktan anlıyor kalbim ne de yanmaktan cayır cayır. Kalbim yalnız darbelerle yiyor darbeleri. Düşüncelerimle durduramadığım şu düşüncesiz insanlar hangi yöne dönersem döneyim, nasıl korunursam korunayım bir yolunu bulup kalbime darbeyi indiriyor. Kalbin savunmasızlığını anlamak daha bir çekici kılıyor demekki saldırıyı. Sömürüyü daha bir zevkli hale getiriyor. Sağlam bir zihne bağlı birini sömürmektense, düşünsel akıcılığını yitirmiş bir yüreği sömürmek daha bir kolay oluyor. Sinmişlik kalıtımsal bir hastalık haline geliyor sonra… bünyesine yerleşiyor insanın ve kaçınılmaz bir bedbahtlık bırakıyor insanın üzerine. Dışardan gelen her müdahaleye karşı, sadece karşı konulmaz bir teslimiyetle öylece bekliyor. Kaçınılmaz bir yaşantı oluyor artık bu teslimiyet. Sinmişliğin verdiği görevsellik duygusu kurbanın tüm bünyesine yerleşerek artık kendisine yapılanların normal ve olağan davranışlar olduğunu ve tüm yapılanlar karşısında ne olursa olsun kendisinin bunlara hoşgörü ile karşılık vermesi gerekliliğini kabul ettiriyor. Tepkisizliğin ve kabullenmenin benimsenmesiyle birlikte de kırılgan kalplerde sindirim daha bir kolay oluyor.

06/10/2009 SAAT 13:59

6 Ağustos 2009 Perşembe

... TEDİRGİN ...


Tedirgin bakışlar bıraktım gözlerine
Anlamsız kaçışlar, belirgin susuşlar...
Güvercinleri havalandı meydanın.
Gidilecek yerler hesaplandı.
Susulacak sözler , savrulacak közler...
Ağlayacak gözler...
Umutlar sarıldı paketlere.
Koli bandıyla kaplandı.
Bir valiz dolusu gözyaşı
yıllar dolusu hatıra hazırlandı.
Geriye tedirgin bakışlar bırakıyorum.
Bir de,
Anlamlı kaçırışlar gözlerimi gözlerinden.
Umulmadık bir şeymiş gibi
Şaşırmalısın giderken
Hani bilipte bilmezmiş gibi...
Sonra uzunca sarılmalısın
Omzuma yaslayıp başını .
Sevilmedik biriymiş gibi olmalısın giderken ben
Hani “gidersen git ne yapayım” dermiş gibi.
Tozunu al ben gidince geçtiğim yerlerin
Yazı yazdığım yerleri sil
Gözlerindeki son bakışlarımı sök at...
Çünkü tedirgin bakışlar bıraktım gözlerine...
Anlamadığım kaçışlar gözlerinden
Hani “ kalsam ne olur “ dermiş gibi ...

7 Haziran 2009 Pazar

SABIRSIZ TIRTIL


kendini avutmamak iyi değil , direnmediğini görüyorum son zamanlarda. avuçlarında kalan kan izlerini kurumayacak mı zannediyorsun sen . bedenindeki bu kahır kanserini iyileşmeyecek mi zannediyorsun . sabırlı bir yürek lazım sana biliyorum , çünkü bende aradım bir zamanlar yüreğimde saklanmış sabrı . tentürdiyot kaldırmıyor bedenin biliyorum artık . yara bantları kar etmiyor . ama bir tek senin mi yaşadığını zannediyorsun bütün bunları . bu beyninde yanan kıvılcımlar bir tek senin mi canını yakıyor sanki . bir adım ötemizde duruyor ölüm . ölüm herkese aynı uzaklıkta . en güzel kurtuluş türküsü gibi geliyor insana bu zamanda bilirim ölümün adı . geçmişe yazılacak şiire en güzel son satırlar olur … ama ya ölümde yanına almazsa bizi ... o çok istediğimiz , son kurtuluş zannettiğimiz azrail de bizi beğenmezse . kolay mı zannediyorsun öyle temiz bir ölümle gitmeyi bu dünyadan... azraile ne cilveler yaptım biliyor musun zamanında beni de yanına alsın diye . ne türküler söyledim , ne şiirler yazdım ölüme … sonra baktım ki , bedenim de ruhum da geçte olsa iyileşiyor . yüreğe yapılan tüm tecavüzler unutulmasa da tozlu raflara kaldırılıyor … çünkü çevrendeki farketmediklerini farketmeye başlıyorsun yaralarının iyileşme döneminde . o çevrende değişen , kimseyi farketmediğin , senin için yapılanları görmediğin , aslında senin etrafında her zaman dönen dünyayı farkediyorsun … daha sonra da aynı hataları ne kadar çok yaptığını … ne kadar yemin edip , ne kadar yemin ezdiğini … ne kadar insan kırdığını o hiçbir şeyi görmediğin dönemde … fark ettiklerin senin hayatındaki zorunlu şeyler olmaya başlıyor bir zaman sonra . savaştan yenik düşmüş bir yüreğin tekrar yapılanması başlıyor sonra … talan edilmiş yerler restore ediliyor . yıkılıp dökülen binalar , yollar yeniden inşa ediliyor …

şimdi sen diyorsun ki ben gidiyorum … anılmak istemiyorum buralarda artık … ama yanılıyorsun … çünkü sadece senin zannettiğin o hayat , kocaman bir bütünün küçük bir parçası . kendine ait olan görevleri başkasına satmaya çalışıyorsun … düpedüz kandırıyorsun çevrendekileri , verdiğin sözleri başkaları üzerine yıkıyorsun . başınızın çaresine bakın , ben yokum artık diyorsun … hayata kafa tutamayan sarhoşlar gibi kaçıyorsun yani yaşamaktan… peşindeki bütün her şeyi , geçmişindeki yükün hepsini seninle sırtlayacak sevdiklerin varken , sen daha büyük bir yükle sevdiklerine bencilce devrediyorsun yani her şeyi . hayatla direnmek varken , sen piyasayı dolandırıp , ailesine ve sevdiklerine büyük borçlar bırakan düzenbazlar gibi gitmeyi tercih ediyorsun…

şimdi ya yüreklerimizi dolandırıp kaçacaksın korkaklar gibi buralardan , mezbahaya giden koyunlar gibi en kolay kurtuluş yolunu seçeceksin … ya da sırtında birikmiş yükü paylaşmayı seçeceksin sevdiklerinle , hepimizin yaptığı gibi …

unutma ki ne sen ilksin bu dünyada ölmeyi isteyen , ne de bir başkası … ölmek kadar basite inseydi herkes , bu dünyada yaşayacak kimse kalmazdı .

kelebekler kozalarından çıkabilmek için haftalarca çırpınıyorlar biliyor musun … ellerini mahvediyor günlerce kozayı yırtabilmek için… saatler süren bir ömre başlamak için günlerce sabrediyorlar , elleri , avuçlarıyla savaşıyorlar . başkaları tarafından yenme ihtimalini bildikleri halde savaşıyorlar. ömürlerinin ne kadar kısa olacakları umurlarında mı sanki … ama en azından savaşıyorlar … senin gibi kozanın içinde savaşmayı bırakıp vazgeçseydiler … biz kelebekleri hiç göremezdik…

10 Mart 2009 Salı

RUTUBET


Hala umursuyor muyum geçmişimi ? hala aklımın sızdırdığı düşüncelerde neyin tortusu var…
Göz kapaklarım eriyor yavaş yavaş yanaklarımdan aşağı doğru. Bu çizgiler çizilmeli , daha da çizilmeli alnıma… ruhum geçmişin pisliğini süpürmeden çöreklenmiş bedenimin içine. Öylece , hiçbir şeye dokunmadan kurum tutuyor hala… karanlıktan ışık süzüyorum aydınlanmak için ne zamandır , beynimde anca bir kıvılcım çakabiliyor. Ellerim bitkin artık . yerlerde sürünüp parçalanan tırnaklarımla , insanları paçalarından dahi tutamıyorum artık. Sanki parmaklarımı saatlerce asfaltlarda sürümüşüm. Kime dokunsam bedenim irkiliyor acıdan. O yüzden kimse dokunmasın istiyorum artık bana. Gözlerim karanlığı öyle çok sevdi ki , aydınlık rahatsız ediyor artık. Artık tünelin sonundaki o ışık çekici gelmiyor bana. Ben karanlık , izbe ve rutubetli dünyamda rahatım. Alışmış bir bedbahtlık var bedenimde. Üzerime öyle bir sinmiş ki , kendisi istese bırakmam. Dört kolla sarılıyorum bedbahtlığıma. Ses, ışık, insan olmasın ne olur. Kimse bulamasın bir müddet.

Kalbim şu bedenimin karanlık duvarlarına yaslanıp rutubetlensin istiyorum.

26 Ocak 2009 Pazartesi

KALBİM AKLIMIN DÜŞMANIDIR...


Kafam yastıkla hep kavgalı. Akışkan bir hayat isterken ben, hep pıhtılaşıyor hayatım. Rüyalarım bile kandıramıyor beynimi artık. Biliyorum zorlamaya gerek yok, yenileceğiz. Ruhumun talan edilmiş yerlerini yeniden yeşillendirmek istiyorum ama insanlar ısrarla yangın çıkarıyorlar. Yüreğimde yetiştirdiğim her hasat kuruyup kalıyor avuçlarımda. Ne kurtarsam kardır desem nafile. Yağmadan geriye ne kalıyorsa o kalıyor kar olarak geriye. Kendi varlığının hapsini görmek ne kötü. Kendi acizliğini anlamak. Derin bir kuyuya düşüp kollarımı bacaklarımı kırmışım gibi sanki. karanlık, soğuk, çaresizim ve sadece yukarıya bakıp dua edebiliyorum. Ne kadar tanıdık geliyor. Gökyüzüne bakmak öylece… hangi tılsımlı kelime değiştirebilir hayatımı merak ediyorum. Hangi yanılgı kalbimde yer açar ? kaç tane güneş merhem olur kabuk bağlayıp bağlayıp açılan yaralarıma. Tınmaz bir ağ örüyor hayat önümden. Ben etrafından döndükçe ayaklarıma doluyor sinsice. Sıçradıkça yüzüme saçlarıma dolanıyor. Sanki temsili bir savaş canlandırılıyor, ben de içindeyim. Herkes biliyor bir ben bilmiyorum. Sığındığım herkes düşman çıkıyor. Kendi cephemde sırtımdan vuruluyorum. Bu aralar kalbimle aklımı yakınlaştırmamalıyım. Aklım şimdilik boşta çalışıyor, rolantiye alınmış araba gibi. Hiçbir görev vermiyorum. “sakın!” bir durgunluk emrediyorum ona. Sessizliğin çığlıklarını dinletmeliyim bu aralar. Hiçliği anlatmalıyım, yalanı belki , kabullenmese de. Kalbim onun için ne büyük bir yalancı öğretmeliyim… Ve ne büyük bir salak olduğunu da , her şeye inanan ; ama benliğim peşinden gitmiyor aklımın ki aklım kalbimin dibinden ayrılsın.